İZMİR - 13 aydır cezaevinde tutuklu bulunan şarkıcı Deniz Seki’nin bir televizyon kanalında yayımlanan dizi filmde rol alması büyük yankı uyandırdı ve Twitter’da TT listesine girdi. Tweetlerin pek çoğunun, af beklentisi veya ceza indirimi ister nitelikte olması ise dikkat çekti.
#DenizSeki hastagiyle 19 bin tweet yazılırken bunlar yaklaşık 10 bin kez retweet yapılıp 9 bin kez de beğenilerek TT oldu. Tweetler arasında, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere yönelik ceza indirimi veya af beklentisine yönelik olanların fazla olması dikkat çekti. Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, beklentileri ve bu beklentiye yol açan sebepler arasında önemli yer tutan, cezaevlerinin kapasitelerini aşmasını değerlendirdi.
'CEZAEVLERİ DOLDU TAŞTI'
360 ceza infaz kurumunun, toplam 167 bin 620 kişilik kapasitesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Erdem, “Geçtiğimiz mart ayında bu kurumların kapasitesi doldu. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü verilerine göre de 2 Aralık 2015 tarihi itibariyle tutuklu ve hükümlü sayısı toplamı, kapasiteyi 8 bin 301 kişi aşarak 175 bin 921 kişiye ulaşmış durumda. Bu birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Kısa vadede çözüme yönelik olarak affı da Türkiye’de her zaman tartışılır hale getirir.” diye konuştu.
'SÜREKLİ AF ÇIKMAMALI'
Suç öncesi ve sonrası için politika geliştirilmezse yapılanların o günü kurtarmaya yönelik çözümler olarak kalacağını ifade eden Erdem, “Sürekli çıkan aflar, toplumun adalet duygusunu sarsar. Yeni bir faillik ve mağduriyet yaratır. Bir de çarpan etkisi var. Bu düşünceyi toplumda yayarsan, ‘Nasıl olsa af çıkar, suç işleyeyim.’ düşüncesi oluşur. Af, ancak ve ancak toplumun bütün kesimlerinin onaylayabileceği, savaş sonrası gibi olağanüstü hallerde yapılır. Almanya’da da var, ancak 2. Dünya Savaşı ve iki Almanya’nın birleşmesi sonrasında yapılmış. Ülkemizde ise 60’a yakın af ve benzeri düzenleme yapıldı. Son çıkarılan af nedeniyle cezaevinden çıkan 43 bin 967 tutuklu ve hükümlünün 3 bin 990’ı yeniden suç işlemiş. Bir de adını af olarak koymadığımız ama dolaylı olarak af sağlayan, hemen hemen her yıl çıkan kanunlarımız var, şartlı salıverme, denetimli serbestlik gibi. Şartlı Salıverme Yasası’nın çıktığı dönemde her beş kişiden biri, iki yıl içinde yeniden suç işleyerek cezaevine dönmüş. Bugün neredeyse 250 bin kişinin yararlandığı denetimli serbestlik uygulamasının da doluluğu önleyemediğini görüyoruz.” şeklinde konuştu.
'SUÇ POLİTİKAMIZ OLMALI'
Suçun yalnızca adli olay olarak görülmemesi gerektiğini ve topyekûn bir mücadele süreci geliştirilmediği sürece toplum olarak bunun altında kalınacağını belirten Prof. Dr. Erdem, “Devletin suç politikası ve 5-10 yıllık eylem planı olmalı. Yineliyorum, ceza hukuku son çare olarak görülmeli. Suç öncesi aşama çok önemli. Neden suç işleniyor ve kişiler neden suç işler? Bunun cevabını verirsek, zannediyorum en önemli adımı atmış oluruz mücadele için. Toplumun suça karşı bilinçlendirilmesi bile azalma sağlayabilir. Büyük ölçüde ekonomik suçlar ağırlıkta. Hırsızlık ve yağma olarak değerlendirmeyin, temeli ekonomik olan suçlara da bakılmalı ve bu problemin üzerinde durmak lazım.” dedi.
'İNFAZ SONRASI REHABİLİTASYON ÇOK ÖNEMLİ'
Dünyada, cezanın infazından sonra da hükümlüyü rehabilite etmeye yönelik ciddi çalışmalar olduğunu hatırlatan Mustafa Ruhan Erdem, “Gönüllü kuruluşların ciddi çabaları var. Türkiye’de ne yazık ki yakınıyoruz, ‘suçluluk artıyor’ diye ancak rehabilite için gerekli politikaları oluşturma konusunda ciddi bir çabamız da yok. Hükümlünün yeniden topluma kazandırılması için ne yaptın? Bu soru önemli. Cezaevinde meslek sahibi oluyorlar. Örneğin çok iyi marangozluk öğrettin. Pekiyi bu işsizlik ortamında, eski hükümlü damgası da varken kim çalıştıracak? Sürdürülebilir bir kurumsal yapıda, infaz sonrası aşama olmalı. Alternatif yaptırımlar uygulanması için gönüllü kuruluşların da aktif anlamda rol alması gerekiyor.” diye konuştu.
'DOLULUK BİRÇOK SORUNU BERABERİNDE GETİRİR'
Cezaevlerindeki doluluğun, temel insan hakları problemleri de doğurabileceğini söyleyen Prof. Dr. Erdem, “Doluluk arttıkça cezaevlerindeki yaşam şartları da kötüleşir. Cezanın, her ne olursa olsun insan onuruna yaraşan şekilde infaz edilmesi gerekir. Hükümlülerin birbirine karşı olan davranışları, barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçların karşılanması da sıkıntıya girer. Amacını aşan yoksunluklar olursa Anayasa Mahkemesi, olmadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi süreçlerde Türkiye’nin başını ağrıtacak sonuçlar doğabilir.” dedi.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün 2 Aralık 2015 verilerine göre Türkiye’de ceza ve infaz kurumlarında durum şöyle:
EN ÇOK HIRSIZLIK SUÇLUSU VAR
Tutuklu ve hükümlülerin işlediği ileri sürülen suç türlerine bakıldığında, en çok hırsızlık suçu olduğu dikkat çekiyor. Onları sırasıyla uyuşturucu, adam öldürme, yağma veya gasp suçlamalarıyla yatanlar izliyor.
MARMARA BİRİNCİ, EGE İKİNCİ
Cezaevlerinde yatan sayılarının coğrafi bölgelere göre dağılımında Marmara 48 bin 834 kişiyle birinci, Ege 30 bin 456 kişiyle ikinci, Akdeniz 25 bin 470 kişiyle üçüncü, İç Anadolu 23 bin 59 kişiyle dördüncü, Karadeniz 21 bin 966 kişiyle beşinci, Güneydoğu Anadolu 14 bin 496 kişiyle altıncı sırada yer alırken son sırada ise 11 bin 717 kişiyle Doğu Anadolu bulunuyor. CİHAN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.