Yayınlanan açıklama ise şu şekilde;
Birleşmiş Milletler, 1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de 133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirvede, 5 Haziran tarihinin “Dünya Çevre Günü” olmasını oybirliği ile kabul etti. O tarihten bu yana çevre sorunlarına kamuoyunun dikkatini çekmek, halkın katılımını geliştirmek ve politik ilgiyi arttırmak üzere 'Dünya Çevre Günü' tüm dünya genelinde çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Çevre kirlenmesini, insanın doğaya verdiği zarar olarak da tanımlayabiliriz. Doğanın korunması ve tahribatının engellenmesi zorunludur. Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için kirlenmeleri mutlaka önlemek, yeşil alanları ve hayvanları koruyup çoğaltmak gerekir. Bilinçsizce sağa sola attığımız plastik ürünlerin doğada 400 yıl kadar çürümeden kalabildiğini söylersek, karşı karşıya kaldığımız tehlikenin boyutlarını biraz olsun anlayabiliriz. Çevrenin kirlenmesini önlemek için üzerimize düşen görevleri mutlaka yapmalıyız.
Bilinen 17.291 bitki ve hayvan türü azalarak nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya ve bu tükenişin en büyük sorumlusu da insan. Çeşitli gerekçelerle ormanlar, tarım alanları, meralar, sulak alanlar, tahrip edilmekte, balık stokları azalmakta, Dünya’nın ısınmasına neden olan gazlar atmosfere karışmaktadır. Bunların sonucunda da, türler doğal hızlarından 1.000 kat daha hızlı bir şekilde yok oluyor.
HER YIL 1,3 MİLYAR TON GIDA BOŞA HARCANIYOR
Bugün yoğun teknoloji ve tarımsal girdi kullanarak yapılan tarımsal uygulamalar toprağın üretim kapasitesinin azalması, su kirliliği, biyolojik çeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi sorunlara neden oluyor. Son 50 yılda tropik ormanların ve doğal otlak alanlarının yok olması pahasına tarım alanları 1,4 milyar hektardan 1,5 milyar hektara ulaştı. Yapılan tahminlere göre Dünya nüfusu 2050 yılında 9,6 milyara ulaşacak ve bu nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için 100 milyon hektar daha tarım alanına ihtiyaç duyulacak. Oysa her yıl Costa Rica büyüklüğünde (50.000 km2) toprak erozyonla kaybediliyor ve artan kentleşme nedeniyle sadece Avrupa'da her bir saatte 11 hektar tarım alanı binalarla örtülerek kullanılamaz hale getiriliyor. Giderek artan gübre, pestisit ve herbisitlerin kullanımı toprak ve suların kirlenmesine neden oluyor ve insan sağlığını tehdit ediyor. Tarım, küresel sera gazı salımlarının üçte birinden sorumlu tutuluyor. Ormanların ve otlakların tarım alanlarına dönüştürülmesi ve iklim değişikliği nedeniyle biyolojik çeşitlilik azalıyor. Tüm bu olumsuzluklarla üretilen gıdanın 1/3'ü israf ediliyor, çöp oluyor. Çöpe atılan gıda bugün dünya çapında yetersiz beslenen 842 milyon insana yetecek miktarda.
1 MİLYARDAN FAZLA İNSAN TATLI SUYA ERİŞEMİYOR
Dünya’daki toplam tatlı su varlığı, toplam su kütlesinin %3'ünü oluşturmasına rağmen %2,5'i Antartika, Kuzey Kutbu’nda (Arktik bölgede) ve buzullarda donmuş bir halde bulunuyor. İnsanların ihtiyaçları ve tatlısu ekosistemlerin sürekliliği için geriye sadece Dünya toplam su varlığının binde 5'i kalıyor ve bunun dağılımı da bölgeler arasında büyük farklılık gösteriyor. Buna bağlı olarak 1 milyardan fazla insan yeterli içme suyuna erişemiyor, 2,6 milyar insan yetersiz su nedeniyle hijyen olmayan koşullarda yaşıyor ve 1,4 milyon çocuk yeterli temiz su ve hijyen koşullarının olmaması nedeniyle ölüyor.
DÜNYA 2050’DE İHTİYAÇLARIMIZI KARŞILAMAYA YETMEYECEK
Küresel iklim değişikliği, su sorunu, nükleer enerjinin yarattığı belirsizlik, doğal alanların tahribi, yaban hayat üzerindeki baskı, giderek artan dünya nüfusunun ihtiyaçları ve yarattığı yük bizi koruma anlayışımızı ve yaşam biçimlerimizi gözden geçirmeye zorluyor. Bugünkü tüketim ve üretim modelleri aynı kaldığı taktirde nüfus 2050'de 9 milyar 600 milyona ulaşacak ve bugünkü yaşam tarzımızı sürdürmek için üç gezegene ihtiyacımız olacak.
Bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirlenmesi, günümüzde insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Ölümlere sebep olan solunum yolu hastalıklarının çoğu hava kirliliği sonucunda oluşmaktadır. Balıklar, çevre kirlenmesinden en çok zarar gören canlıların başında gelir.
Sanayi artıkları, spreyler, yakıtlarla ortaya çıkan gazlar, dumanlar, petrol ve ilaç atıkları, plastik ürünler, suni gübreler ve çöpler çevre kirlenmesine sebep olan en önemli etmenlerdir.
HES projelerinin getireceği yarar ve faydalardan daha çok çevreye ve doğal yaşama alanlarına zarar verdiği, projelerin yatırımdan çok yıkıma dönüştüğü görülmektedir.
Nükleer santralleri olmayan ama nükleer kazalar yaşayabilen ülkemizde, hala atık sorunun çözülememesi, termik santralarla ihtiyaç olmamasına rağmen hala ihalelerin gündemimizde olması, tehlikeli atık varillerinin her geçen gün medyaya konu olması, para karşılığı gelişmiş (!) ülke atıklarının ülkemize getirilmesi, Avrupa ülkelerinin tamamından daha fazla ekolojik çeşitliliğe sahip olan ülkemizin ormanlarının, kıyılarının ve sulak alanlarının yapılaşmaya açılması ve bu yapılaşmalara gelişme(!) kaygısı ile göz yumulması, mevcut hükümetin giderayak tekellere ve lobilere verdiği sözleri yerine getirebilmek adına nükleer yasa gibi ülkemiz tarihini doğrudan etkileyebilecek yasaları oldu bittiye getirme çabası, öte yandan sürdürülebilir kalkınma mantığının yansıması olan "kirleten öder" prensibi ile ülke ekosisteminin yaşanılamaz hale dönüşmeye başlaması, bilimsel ve ilkesel olarak birbirinden bağımsız olması gereken Çevre Bakanlığı ve Orman Bakanlığı‘nın birleştirilmesi, toprağı doğrudan kirleten ve tarımı tohumları ile patentleyerek sömürgeleştiren Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) Ürünlerin, ülkemizde kullanılmasının önünün açılması en can alıcı sorunlarımızdır.
“Çevre hakkı” çevrenin “herkesin ortak varlığı” olduğu temeline dayalı “eşitlik” ilkesinde yükselen bir haktır. Bu hakla ulaşılmak istenen, doğayı sömürü değil, uyum temelinde bugünkü ve gelecek kuşaklar için yaşamaya elverişli kılarak herkesin ondan eşit yararlanması hedefidir. Çevre hakkı ile diğer haklar arasında görülen çatışmalar, çevre hakkının, yani insanın var olma ve yaşamını sürdürme hakkının yararına dengelenmelidir.
2017 yılı Dünya Çevre Günü’nün teması “Doğaya Dönüş” olarak belirlenmiş ve Bu tema ile Birleşmiş Milletler insanları tekrar doğaya dönmeye çağırmıştı. Doğanın ve doğada olabilmenin güzelliğini ve önemini vurgulayarak bununla birlikte yaşadığımız doğaya dönüp nasıl zarar verdiğimizi görmemizi ve doğayı korumak için neler yapabileceğimizi düşünmeye ve herkesin dünyamızı korumak için birlikte sorumluluk almaya çağırıyor ve HEPİNİZE GÜZEL, TEMİZ BİR ÇEVREDE, MUTLU VE SAĞLIKLI BİR ÖMÜR DİLİYORUM.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.