21. Ulusal Kanser Kongresi Antalya'da Yapıldı
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Esra Sağlam, baz istasyonlarının kansere etkisi ile ilgili olarak çeşitli denetimler yapıldığını, baz istasyonunun doğru yere kurulması ve frekansının ona uygun olması halinde sorun olmadığını belirtti. Prof.Dr. Sağlam, baz istasyonunun kanser y..
@mersinhaber 'i takip et
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Esra Sağlam, baz istasyonlarının kansere etkisi ile ilgili olarak çeşitli denetimler yapıldığını, baz istasyonunun doğru yere kurulması ve frekansının ona uygun olması halinde sorun olmadığını belirtti. Prof.Dr. Sağlam, baz istasyonunun kanser yaptığına dair data olmadığını bildirdi.
21. Ulusal Kanser Kongresi Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Kadriye Turizm Merkezi’nde gerçekleştirildi. Türk Tıbbi Onkoloji Derneği, Türk Pediatrik Onkoloji Grubu ve Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği’nin ev sahipliğinde düzenlenen kongrede, paneller, sempozyumlar, tümör konseyleri, tartışmalar, Türkiye’deki kanser alanındaki önemli bilimsel çalışmalarla ilgili oturumlar gerçekleştirildi.
Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına ise Kongre Başkanı Prof.Dr. Pınar Saip, Türk Tıbbi Onkoloji Deneği Başkanı Prof. Gökhan Demir, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Serdar Özkök, Kongre Eş Başkanı Prof. Dr. Sedat Koca, Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kantar, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Esra Sağlam katıldı.
KİRLENEN NEHİR, HAVA VE YOK OLAN ORMANLARA DİKKAT ÇEKİLDİ
Kongre Başkanı Prof. Dr. Pınar Saib, ulusal alandaki kanser kongrelerin önemine dikkat çekerek, kongre süresince kanserle ilgili tüm sorunlar tartıştıklarını belirtti. Prof. Dr. Saib, "Kanser çağımızın hastalığıdır. Kanserde ölümler dünyada birinci sıraya yükselmiştir. Yılda 8 milyon kişi kanserden ölmekte. Bu rakam bir çözüm bulunamazsa, 2023 yılında 13 milyonu bulacaktır. Herkesin elbirliği içinde çalışması gerekir" dedi.
Kansere yakalanmada sigara, bunun dışında çevresel etkenlerinde önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Saip, kongrede kirlenen nehirler, kirlenen hava, yok edilen ormanlara dikkat çektiklerini ifade ederek, "Salonların adını çevre sorunları adı ile andık. Mesela salonlara Ergene, Akkuyu, Longoz, Kuzey Ormanları ismi verdik" dedi. Kongreye 1600 kişinin katıldığını ve 900’un üzerinde bildiri alındığını da kaydeden Prof. Dr. 400’ün üzerinde sunum gerçekleştirildiğini söyledi.
"YURT DIŞINDAKİ FONDAN DESTEK ALIYORUZ"
Kongre Eş Başkanı Sedat Koca da, Türkiye’nin erişilebilen kanser tedavisinde iyi bir noktada olduğunu aktararak, "Kanser alanında araştırma yapan meslektaşlarımıza gerekli finansal destek sağlanmalıdır. Ülkemizde bu anlamda hiçbir fon yok. Yurt dışındaki bir takım fondan destek alıyoruz. Türkiye’deki sanayinin bilimsel araştırmalara bir fon aktarması gerekiyor. Bu ülke hepimizin. en azından biz, kendi üyelerimizin eğitimlerini yükseltmeliyiz. Yasal zorunluluk olmamasına rağmen üyelerimiz yeniden sınava giriyorlar. Bu sınavdan geçen insanların daha iyi eğitimlerinin olduğu ve diğerlerinden farkı olduğu ortaya çıkıyor. Tıp eğitiminde bir genişleme var. Binlerce kadro bir şekilde dağıtılıyor” şeklinde konuştu.
ÇOCUK ONKOLOJİSİ VAKASI YÜKSEK
Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kantar ise onkoloji camiasında bir disiplini temsil ettiklerinin altını çizdi.
Meslek sorunlarını dile getirdiklerini ifade eden Prof. Dr. Kantar, "Türkiye’de çocuk onkoloji kesiminde bir sıkıntı var. Ama artık nicelik sorunu başladı. En önemli sorunumuz çocuk onkolojiyi özendirememiş olmamızdır. Neden çok sayıda yetişmiyor. Genç bir nüfusumuz var. Bana göre çocuk onkoloji vakası çok yüksek. Dernek olarak bunu tek başımız başaramayız. Çocuk onkolojisinin bağımsız gelişmiş en az 25 yıllık bir disiplini var. Öğrenci isteyerek geliyor ama iş yükü çok fazla. Ardından istifalar geliyor. Pediatrik hematoloji ile çocuk onkoloji farklı disiplindir. Biz 3 yıllık çocuk onkoloji eğitimi vermek istiyoruz. Birleştirme çocuk onkoloji uzmanı sayısı artmadı. Biz çocuk onkolojisi alanında 3 yıllık eğitim vermek istiyoruz. Ülkemizde nitelikli çalışmalar önemli dergilerde yer buluyor. Ama gelecekte çocuk onkolojisinin geleceğini çok parlak bulmuyorum" açıklamasını yaptı.
"CİHAZDA DIŞA BAĞIMLIYIZ"
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Serdar Özkök de, Türkiye’de insan alt yapısı olarak çok iyi olduklarını ama cihaz olarak dışa bağımlı olunduğunu kaydetti. Devletin cihaz takviyesi yaptığını ancak sonrasını düşünmediğini da belirten Prof. Dr. Özkök, kanser hastalarının yüzde 20’sinin primer hastalıklarından ziyade beslenme bozukluğunun yol açtığı sorunlar nedeniyle kaybedildiğine dikkat çekti. Prof. Dr. Serdar Özkök, "Malnütrisyon, beslenmenin içerik veya miktar açısından yetersiz olması sonucunda, vücudun gereksinimlerine karşın, sağlanan enerji ve besin öğelerinin yetersiz kalmasından kaynaklanan klinik durumdur. Kanserli olguların yaklaşık yüzde 60’ında malnütrisyon yada malnütrisyon riski teşhis anında mevcuttur. Kanser hastalarının yüzde 20’si primer hastalıklarından ziyade beslenme bozukluğunun yol açtığı sorunlar nedeniyle kaybedilmektedir. Radyoterapi ve kemoterapi tedavileri sırasında hastaların beslenmesi çok önemlidir" dedi.
"BİYOTEKNOLOJİK İLAÇ PAZARI HER YIL YÜZDE 12-15 ORANINDA BÜYÜYOR"
Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir ise, biyoteknolojik ürünlerin versiyonu olan biyobenzer ürünler ile ilgili bilgi verdi.
Prof. Dr. Demir şöyle konuştu:
"Biyoteknolojik ilaçlar (biyofarmasötikler), kimyasal bileşimler yerine biyolojik yöntemlerle, organizmalardan ve canlı sistemlerden üretilen ürünler’. Biyobenzer ürünler, referans biyoteknolojik ürünlerin versiyonlarıdır.Referans ürünlerin patent süresi dolduktan sonra üretilirler. 2006 yılında, biyoteknolojik ilaçlar, 58,5 milyar Euro’luk satış değeriyle dünya ilaç pazarının yaklaşık yüzde 12’sini oluşturmaktadır. Bu alanda çalışan firma sayısı yaklaşık 4 bin 500, istihdam ise yaklaşık 200 bindir. Şu anda, sadece ABD ilaç pazarında 200 civarında biyoteknolojik ürün bulunmaktadır, 300 civarında ürün de klinik test aşamasındadır. 2010 yılında, dünyada ilk kez ruhsat alan ilaçların yüzde 50’si biyoteknoloji ürünüdür. 2010 yılından itibaren biyoteknolojik ilaç pazarının her yıl yüzde 12-15 oranında büyüyor."
"TÜRKİYE’DEKİ TÜM ÜRÜNLER İTHALDİR
Ülkemizde biyoteknolojik ilaç pazarının durumunu hakkında Prof. Dr. Gökhan Demir şu açıklamalarda bulundu:
"2007 yılında,Türkiye’de biyoteknolojik ürünlerin, 421 milyon Euro ile, reçeteli ilaç pazarının yüzde 6,8’ini oluşturduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde 50’ye yakın biyofarmasötik ilaç bulunmaktadır. Türkiye pazarındaki ürünlerin tümü ithaldir. Ülkemizde, henüz biyoteknolojik ilaç üretilmemekte ve biyoteknolojik ilaç üretmeye yönelik onaylı bir tesis bulunmamaktadır. Avrupa’da ilk beş biyobenzer ilaç, 2006 ve 2007 yıllarında ruhsat almıştır. Biyobenzer ilaçlar, son 20 yılda eşdeğer ilaçların yapmış olduğu gibi, sürdürülebilir sağlık koruma sistemleri için fırsat sağlamaktadır. Biyobenzer rekabeti ile sadece 5 patent dışı biyoteknolojik üründe yüzde 20’lik düşük fiyatla gerçekleştiğinde bile AB’de yılda 1,6 milyar Euro’luk bir tasarruf sağlanabileceği ifade edilmektedir. Yakın gelecekte, biyobenzer ilaçların, Avrupa pazarındaki payının artması ve bu ürünlerin hastalara ulaştırılma sürecinin hızlanması beklenmektedir."
"KİLO VERİN, EGZERSİZ YAPIN”
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Esra Sağlam, kanser ve egzersiz ilişkileri hakkında bilgiler verdi. Obezitenin Türkiye’de ciddi bir sorun olduğunu işaret eden Prof.Dr. Sağlam, "Obezite ciddi bir kanser riskini arttırıcı faktörler arasında yer alıyor. Kadınlarda meme kanserinde, kolon ve bağırsak kanserlerinde, pankreas, rahim kanserinde obezite ile ilgili bağlantılar var. Kilolu insanlarda bu kanserlerin biraz daha fazla olduğu görülüyor. Özellikle kolon ve rektum kanserleri beslenme ile beraber egzersiz yapmayan bireylerde kanserin daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. Yine kadınlarda en sık görülen tümör tiplerinden olan meme kanseri sıklığı egzersiz ile azalmaktadır. Meme kanseri ile ilgili yapılan araştırmada; düzenli egzersiz yapan kadınlarda kanser riski anlamlı olarak azalmakta, haftada 1-3 saat arasında egzersiz yapan kadınların meme kanseri riski yüzde 30, 4 saatten fazla egzersiz yapanlarda yüzde 55 oranında düşüklük olduğu görülmüştür. Meme kanserinde obezite, kanser gelişimi üzerinde etkili bir risk faktörü olarak bulunmuş, bu vücuttaki yağ dokusunun artışına bağlanmıştır. Egzersizin kanser ile ilişkisinde asıl mekanizmanın immün sistem üzerinden olduğuna dair kanıtlar vardır" diye konuştu.
"TÜRKİYE’DE 90 ÇOCUK ONKOLOJİ DOKTORU VAR"
Basın toplantısında gazetecilerin soruları da yanıtlanırken, Prof. Dr. Mehmet Kantar çocuk onkoloji doktoru sayısı ve sıkıntıları ile ilgili soruya şöyle yanıt verdi:
"Türkiye’de 90 çocuk onkoloji doktoru var. Çocuk onkolojisini çekip çeviren 40- 50 kişilik kadro var yani. Ama sayımız giderek azalıyor. Hastalarımızı tedavi ederken diğer taraftan genç hekimlerimizi yetiştirmemiz gerekiyor. Üniversite hastanelerinde daha kolay kadro açılıyor. Yan dal uzmanlık öğrencisi sayısı çok az. Tüm dünyada kanser artarken bu hoca sayısı ile biz nasıl mücadele edeceğiz. Üniversite hastanelerinde yan dal uzmanlık alanındaki sayı acilen arttırılmalıdır. Geleceğimizi ancak böyle planlayabiliriz."
RADYASYONUN SAĞLIĞA ETKİLERİ
Baz istasyonu, yüksek gerilim hatları veya teknolojk ürünlerdeki radyasyonun sağlığa etkileri ile ilgili soruya yanıt veren Prof. Dr. Sağlam ise, "Elekromanyetik radyasyon farklı bir radyasyondur. Elektronik ürünler hayatımızın her alanına girdi. Radyasyon, baz istasyonlarında, televizyonlarda ,cep telefonlarında, kablosuz internetlerde var. Teknolojiyi seviyoruz, geliştiriyoruz ama iki iyi bir arada olmuyor. Burada bilinçli kullanım önemlidir. Ama burada önemli olan baz istasyonunun doğru yere kurulması ve doğru bir güçle çalışması önemlidir. Baz istasyonları noktasında çeşitli denetimler yapılıyor. Bunların denetimleri var. Baz istasyonu doğru yere kurulmuşsa, frekansı da ona uygunsa artık bununla ilgili kanser olduğunun datası elimizde yok. Olabileceği yönünde var. Akıllı telefonla beraber maruz kaldığımız radyasyon yükseliyor. Bu radyasyonlardan korunmak ve bilinçlenmek önemlidir. Telefonu kulağımıza yaklaştırmaktansa kulaklık ile konuşabiliriz. 12 yaş altı çocukların cep telefonu ile konuşmasında radyasyonun negatif etkileri noktasında bilgiler var. Bunlarda çocukları korumalıyız. Televizyonları akşam yatarken kablosunu çekmeliyiz. Kablosuz ağları da kapatmalıyız" dedi.
"KANITLANMIŞ BİLGİ YOK"
Aynı soruya Prof. Dr. Koca da şu yanıtı verdi:
"Led ampullerde bile elektro manyetik radyasyon vardır. Televizyonda var. Ama kanıtlanmış hiçbir bilgi yok. Yüksek gerilim hattının altında kalan kişinin lösemi olduğuna dair benin gördüğüm bir çalışma var. Onun da hatalı olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu korku haline getirmemek lazım."
"NÜKLEER SANTRALDE DENETİM ÖNEMLİ"
Nükleer santrallerdeki tehlike ile ilgili soruya yanıt veren Prof. Dr. Demir, nükleer santrallere direk karşı çıkmanın doğru olmadığını belirterek, "Almanya’da nükleer santral bulunmazken, İsviçre’de 40 nükleer santral var. Nükleer enerjinin seçilip, seçilmemesi bir devlet politikasıdır. Tamamen karalamak karşı durmak doğru değil.Gerekli alt yapı ve denetim sağlanarak nükleer santral kurulabilir" diye konuştu.
"NÜKLEER ENERJİ VAZGEÇİLEBİLECEK BİR ENERJİ DEĞİL"
Prof. Dr. Pınar Saip ise nükleer enerjinin vazgeçilebilecek bir enerji olmadığını belirterek, "İş kazalarının çok fazla yaşandığı, maden kazaların olduğu ülkemizde denetimlerin çok iyi yapılması gerekir. Kurulacağı yer iyi seçilirse kullanılabiliri bir enerjidir. Mühim olan kazanın olmayacağı yerde standartların oluşturulmasıdır. Ve çok iyi denetlenmesi gerekir. Akkuyu, şu an dünya standartlarında getirilmemiş durumda. Direk nükleer enerjiye karşı olmak doğru değil" ifadelerine yer verdi.