''türkiye'nin Yarısı Grip Oldu''
Türk Klinik Ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) tarafından düzenlenen 17. Türk Klinik ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi Antalya’nın Serik ilçesi Belek bölgesinde başladı.
@mersinhaber 'i takip et
Türk Klinik Ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) tarafından düzenlenen 17. Türk Klinik ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi Antalya’nın Serik ilçesi Belek bölgesinde başladı.
Belek Maritim Pine Beach Otel’deki kongrede, yeni salgınlar ve enfeksiyonlar, aşı, seyahat tıbbı, toplum kökenli ve sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyonlar, HIV/AİDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kronik hepatitler, antibiyotik yönetimi gibi çok sayıda önemli başlıklar tartışılıyor.
Beş gün sürecek kongrenin basın toplantısına Türk Klinik ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül, KLİMİK Antibiyotik Direnci Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Ayşe Willke Topçu ve KLİMİK Derneği, Viral Hepatit Çalışma Gurubu (VHÇĞ) Başkanı Prof. Dr. Sıla Akhan katıldı.
"TÜRKİYE’DE EN FAZLA İNFLÜENZA B’NİN ARTIŞ GÖSTERDİ"
Türk Klinik ve Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül, gripte (inflüenza), H3N2, domuz gribi olarak bilinen H1N1 ve inflüenza B olmak üzere 3 tür alt virüsün yer aldığını söyledi. Türkiye’de en fazla inflüenza B’nin arttığını belirten Ergönül, "Bu grip olguları ağır seyirli olarak görülebilmekte. Burada önerimiz şu erken teşhis çok önemli. Erken tanı konulabilir ise erken tanı konmuş kişilerin virüse karşı yönelik bir ilaç olan antiviral ilaçlar kullanması önemli. Antibiyotikler burada işe yaramaz, boş yere antibiyotik vermek son derece yanlıştır. Ancak çok ilerlemiş vakalarda belki üzerine ek bakteriyolojik enfeksiyon varsa anlamlıdır, yoksa bir anlamı yoktur" dedi. Türkiye’de grip aşısının yapılmadığını ifade eden KLİMİK Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül, "Türkiye’de aşı yapılmıyor. Aşılanma oranımız çok düşük İngiltere de aşılanma oranı çok yüksek. İngiltere ve batı ülkelerinde aşı olanlarda da koruyuculuğun yüzde 20’lerde olduğunu görüyoruz. Türkiye de aşılama oranının yüzde 2 ile 3’lerde olduğunu görüyoruz. Bunun yüzde 50’lerde 60’larda olması gerekiyor" ifadelerini kullandı.
"BASİT BİR HASTALIK DEĞİL"
İnflüenza B’nin raporlara göre Avrupa’da inişe geçtiğini kaydeden Ergönül, çok büyük bir vaka artışı beklemediklerini söyledi. Havaların ısınmasıyla insanların açık ortamlara çıkması sonucunda enfeksiyonun, salgının uzamayacağını düşündüklerini bildirerek şunları söyledi:
"Büyük bir beklentimiz yok ama gerçekten öldürücü olabilen bir hastalıktır. Basit bir hastalık değildir, nezle ve grip karıştırıldığında gribe ölüm pek yakıştırılmıyor ama eşlik eden hastalıklar varsa belli koşullarda gerçekten öldürücü olabiliyor. Domuz gribinin ortaya çıkmasında mutasyon çok önemli. Değişik bir virüs ortaya çıktığında İsviçre virüsü denilen İsviçre alt tipi ön planda en son salgında. Virüs sürekli şekil değiştiriyor, şekil değiştirmesiyle yepyeni hafızası olan sıfır hafızası olan bir topluma ilk geliyor ve o zaman vakalar artabiliyor. Bizde çevrenizden de tahmin edebilirsiniz neredeyse çevremizdeki insanların yüzde 50’sinden 60’ından fazlası belki de grip oldu. Türkiye’nin hemen hemen yarısı grip oldu. Hastalık oldukça yaygın."
"EN ÇOK GÖRÜLEN ENFEKSİYON HASTALIKLARINDAN BİRİ"
Gribin en çok görülen enfeksiyon hastalıklarından biri olduğunu belirten Prof.Dr. Önder Ergönül, "Bu yıl uygulanan grip aşısı hastalıktan korumada etkili olmadı. İnflüenza virüsü yapısı itibari ile çok çabuk değişebiliyor. Aşı yapsanız bile virüs o anda değişmiş olabiliyor. Böyle bir sıkıntı var. Teorik ve pratik olarak yaşanan bir sıkıntı. Avrupa Enfeksiyonları Kontrol Altına Alma Merkezi’nin yayın organında, aşının bu yılki grip virüsünden korumada etkili olmadığına ilişkin rapor yayınlandı. Raporda aşının etkinliğinin düşük olduğunu ifade ediyorlar. Önemli bir bilgi gelecek çalışmalar açısından" diye konuştu. Her zaman yeni virüslerin ortaya çıktığını bildiren Ergönül, "Mesela HIV ile mücadele yöntemlerinde dünyada bir parça mesafe katedildi. Ülkemizde ise HIV’li sayısı giderek artıyor. Bu konuda daha uzmanlaşmaya ihtiyaç var. Daha çok çalışmaya ihtiyaç var. Bir yandan HIV ile uğraşırken, yepyeni virüsler ortaya çıkabiliyor. Bunları tanıyabilmek, tanı koyabilmek düşünebilmek geniş kapsamlı düşünmeyi gerektiriyor. Bu kongre bu nedenle enfeksiyon hastalıkları açısından önem taşıyor" dedi.
"YOĞUN BAKIM HASTALARI ANTİBİYOTİK DİRENCİNDEN KAYBEDİLMEYE BAŞLANDI"
KLİMİK Antibiyotik Direnci Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Ayşe Willke Topçu, bir kaç yıl önce tedavi edebildikleri bazı enfeksiyon hastalıklarını bugün tedavi edemediklerini söyledi. Topçu, "Eğer birkaç yıl önce tedavi edebildiğiniz bir enfeksiyon hastalığını, bugün bakterilerdeki antibiyotik direnci nedeniyle tedavi edemiyorsanız ve hasta enfeksiyon nedeniyle ölüyorsa bu bir felakettir bence. Hem hastanın ailesi için hem de ona bakan hekimi için. İnsan hayatına paha biçilemez. Aslında enfeksiyonla baş eden, enfeksiyonu yenen vücudun kendisidir. Bağışıklık sistemidir. Antibiyotikler hastaya mikropla vücut arasındaki savaşta zaman kazandırır. Ancak zaman içinde giderek enfeksiyon etkeni olan bakterilerde elimizdeki çoğu antibiyotiğe bazen de elimizdeki tüm antibiyotiklere karşı direnç gelişmiş olabiliyor bu durumda hasta enfeksiyon hastalığından ölebiliyor. Bugün bu durumu daha çok hastanelerde, yoğun bakım ünitelerinde, kanserli hastaların yattığı bölümlerde, özellikle prematürelerin yattığı yeni doğan ünitelerinde görmekteyiz. Günümüzde giderek artan organ nakilleri sonrasında da bu tedaviye dirençli bakteri enfeksiyonları hasta kayıplarına neden olmaktadır" ifadelerini kullandı.
"YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNİN BAŞ BELASI ACİNETOBACTER BAKTERİSİ"
Bu durumun sanal olmadığını, enfeksiyon hastalıkları uzmanlarını, günlük hasta takibinde etkileyen, zaman zaman çaresiz ve çözümsüz bırakan bir sorun olduğunu söyleyen Topçu, "Özellikle yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalarda veya kanserli, kemoterapi alan hastalarda tedavide kullandığımız antibiyotiklere dirençli bakteri enfeksiyonlarında enfeksiyon tedavisinde çaresiz kalmaktayız. Daha az etkili ve yan etkileri daha fazla ilaçlar kullanmak zorunda kalıyoruz, bu ilaçlar da bazen işe yarıyor bazen ise hasta kanserden değil dirençli enfeksiyondan ölüyor. Buna örnek verecek olursak, bugün ülkemizdeki yoğun bakım ünitelerinin baş belası olan Acinetobacter denilen bakteriyi söyleyebilirim. Çok değil 7-8 yıl önce bu bakteriye bağlı enfeksiyonları elimizdeki bazı antibiyotiklerle tedavi edebiliyorduk. Fakat onlara da direnç geliştiği için eski ve böbreklere zarar verebilen bir antibiyotiği kullanmak zorunda kalıyoruz, bu da ancak bazen işe yarıyor. Benzer şekilde Psudomonas diye bir bakteri var, yine hastane enfeksiyonu etkeni bir bakteri, son yıllarda elimizdeki son silah olan karbapenem grubu antibiyotiklere direnç geliştirdi. Psuodomonas daha da öldürücü bir bakteri, geçen ay bir hastamız bu bakteriye bağlı sepsisten 24 saatte öldü, hasta kan kanserliydi ve bağışıklık hücreleri çok azalmıştı ama sonuçta kanserden ölmedi, verdiğimiz antibiyotiğe dirençli bakteri enfeksiyonundan öldü. Hekim olarak çok etkileniyor ve üzülüyorsunuz tabii" diye konuştu.
"DÜNYADA HER YIL 620 BİN İNSAN HEPATİT B’DEN KAYBEDİLİYOR"
Hepatit B’nin doğu ve güneydoğu illerinde görülme sıklığının arttığını kaydeden KLİMİK Viral Hepatit Çalışma Grubu (VHÇG) Başkanı Prof. Dr. Sıla Akhan ise Hepatit B vakalarının yüzde 70’inin tedaviye dirençli olduğunu söyledi. Dünyada her yıl 620 bin kişinin Hepatit B’ye bağlı sebeplerden hayatını kaybettiğini belirten Akhan, "Coğrafi bölgeye göre de bulaş yolu değişim göstermektedir. Örneğin yüksek prevalanslı yerlerde anneden bebeğe doğumla geçiş, orta prevalanslı yerlerde cinsel temas dışı yakın temas ile, geçiş ve düşük prevalanslı yerlerde korunmasız cinsel ilişki ve ilaç bağımlılığı gibi bulaş yolları hakimdir. Anneden bebeğe bulaşması ölümlerin yüzde 21’inden sorumlu tutulmaktadır. Bizim de içinde yer aldığımız Akdeniz ülkelerinde özellikle belli coğrafyalarda hakim virüs olmasına yol açmıştır. Türkiye’de de görülen kronik hepatit B olgularının neredeyse yüzde 70’i zor tedavi edilmekte" ifadelerini kullandı.
"HEPATİT C’NİN TEDAVİSİ BULUNDU"
"Hepatit C ile ilgili en önemli gelişme, tedavisinin bulunmuş olmasıdır" diyen Akhan, şunları kaydetti:
"Türkiye’de Hepatit C’yi tedavi eden ilaçlar dünya ile aynı anda kullanılmasına karşın, ilaçlarının geri ödeme prosedürü Sağlık Uygulama Tebliği’nde henüz gerçekleşmedi. Bu da karaciğer nakli listesinde bekleyen hastalar için sorun oluşturmaktadır. Tedavi vermeden karaciğer nakli yapılması durumunda yeni karaciğerde de hastalık tekrar edeceği için hastaların nakil öncesinde mutlaka hepatit C virüsünden kurtulmaları gerekmektedir. Hepatit C ilaçlarının çok pahalı olması sebebi ile henüz geri ödeme protokolünde yer almamaktadırlar. Dünyada bu sene birçok ülkede kullanıma girmiş olan ilaçlar özellikle bekleme durumu olmayan ilerlemiş karaciğer hastalığı olan kişiler için önem arz etmektedir. Yeni ilaçlar hepatit C tedavisinde çığır açacak niteliktedir. Neredeyse yüzde 100’e varan başarı oranları bildirilmektedir. Önümüzdeki yıllarda hepatit C için tam kürden bahsedebileceğiz gibi durmaktadır. Fiyatları 45 bin TL civarında tahmin edilmektedir. Ancak tek başlarına kullanılmadıkları için tam olarak maliyeti hesaplamak zor. İlaç seçenekleri de birden fazladır. Hasta için en uygun tedaviyi hekimin belirlemesi gerekmektedir. Kendi parası ile alıp kullanabilen az sayıda kişi mevcuttur."